30 Oca Ünlüler ve Ben -1-
Biraz da magazin diyelim mi? 😉
Ünlülerle tanışmayı hiç beceremedim ben yahu. Çocukluğumdan beri ne zaman bir yerde, tanınmış birini görsem, kendisini tanımamazlıktan geliyorum. Sanırım bu, biraz utangaçlığımdan biraz da kendilerini rahatsız etmek istemememden kaynaklanıyor. Tabii, ben o ünlüyü tanımamış/görmemiş gibi davranınca, o ünlü de nasıl üzülüyor, belli değil.😄
Yıllar önce bir arkadaşım bana fal baktığında, “Sende star ışığı var.” demişti. O star ışığından olsa gerek (!), tüm utangaçlığıma rağmen, ünlülerle bir şekilde etkileşime giriyorum. Ha tabii, bu etkileşimden her zaman kendilerinin haberi olacak diye bir şey yok. Bunlar önemsiz detaylar… Hem, tanışsak beni severlerdi bence ya.
Bakalım kimlerle neler yaşanmış? Azzz sonra!!!
2020’ye gireceğimiz o 31 Aralık gününü hatırlar mısınız arkadaşlar? Nasıl naif, nasıl masum dileklerimiz vardı yeni yıl için. Hatta, 2020’den beklentilerimi gösteren bir Instagram paylaşımıma, “Çok umutlu gördüm seni.” şeklinde yorum bile almıştım. (Yorumu yapan, sonradan benimle çok dalga geçmiştir kesin.) O gün, erkenden kalkmış, annemle birlikte akşam için bir şeyler almaya çıkmıştık. Yılbaşına dair en sevdiğim şeylerden biri, yılbaşı sofrası için yapılan alışveriştir. Genellikle bunun için en uygun adres, mezecilerdir. Ve buralar, öğleden sonra çok ateşli kalabalıkların görüldüğü yerlerdir. İnsanlar birbirlerinin üzerinden peynir, şarküteri ürünleri, tarama, kısır, cips filan almaya çalışırlar. Bu sırada, “Pardon ben bi saattir bekliyorum yalnız.” kavgaları da çıkar.
Tabii; kargaların tekmilli favalarını henüz yemediği bir saat olduğu için, mezeci de kalabalık değildi. Biz de bunu fırsat bilip rahat rahat alışveriş yaparken, aniden bir ses duydum. Ses, “Affedersiniz, şöyle geçebilir miyim?” diyordu. Ses bunu derken, sahibi de yanımdan geçmeye çalışıyordu. Pembe montumla; zeytin reyonuyla çerezlerin arasında bir yerde, oldukça dekoratif görünüyordum. Uykulu, yağmurdan ıslanmış ve kestaneli pilava odaklanmış bir bireydim. Ayrıca, Arnavut Ciğeri de yeni gelmişti. Karmaşık duygular içindeydim.
Sesin sahibi beyefendi, beni aşıp çerezlerin olduğu bölüme geçmeye çabalıyordu. Sonunda, algılayıp kenara çekilirken başımı kaldırdım ve kendisiyle bir an için göz göze geldim. Çemenden gelen yoğun sarımsak kokusundan halüsinasyon gördüğümü sandım, itiraf edeyim. Nedense, kendisini öyle bir ortamda görebileceğimi düşünmemiştim. Yani, en azından fonda mercimek köftesi olmaz diye düşünüyordum. (Altı tane alabilir miyiz ondan?)
Ah, meşhur bir blog olsaydım da, ismi açıklamadan tam da buraya reklam alsaydım ya, tüh. (“Göksu Yazı İşleri.” Her türlü yazı, reklam, senaryo, kitap, çeviri…)
Tamam tamam; sululuğu bırakıp, açıklıyorum. Bilin bakalım bu beyefendi kimdi? Place your bets, girls! 😏
Eveeett! Ta kendisi! Beni aşıp, çerezlere gitmeye çalışan beyefendi; Kerem Bursin’di. Ay ben şok!
Şoku atlattıktan ve pembe montumla olay yerinden çekildikten sonra, kendisini çaktırmadan gözlerimle takip ettim. Gerçekten çok kibar, egosuz bir insanmış. Diyeceksiniz ki, “O kadar kısa zamanda nereden anladın?” Siz de anlayacaksınız.
Belli ki akşama, bir arkadaşta toplanılacaktı ve peynir tabağı ihalesi kendisine kalmıştı. Çünkü cevizlere ve kuru incirlere bakıyordu. Bu ikilinin birlikte görüleceği yegâne yer; ahşap zeminde, gouda ile gravyer arası, isli Çerkez peynirinin çaprazıdır. Kerem Bey de, bu minvalde düşünmüş olacak ki; çerezlere göz gezdirdikten sonra peynirlere yöneldi. “Acaba hangi peyniri seçecek?”, “Ünlü olduğu için, peynirin daha iyi tarafından mı verirler?” gibi sorulara cevap ararken, o sesle sokaklar yankılandı: “Pastırmayı yarım kilo alsak fazla gelir mi?” Annem, hiçbir şeyin farkında olmadan, sessiz takibime tepki olarak, ortamda onlayn olmuştu. Al anne, al. 🤦♀️
Peynirleri alan Kerem Bey, yeniden çerezlere bakıyordu. Belli ki, bu kez kararını vermişti. Bu sırada başka bir müşteri, mandalinasının yanına, tombalalık fındık, fıstık filan bakıyordu. Reyon görevlisi, Kerem Bey’le bir an göz göze geldi ve ben o an, tombalalık çerez alan dayıdan kurtulmak istediğine emin oldum. Dayı, gerçekten kurtulmak istenecek tipte biriydi. Alacağı/almayacağı her şeyin tadına bakmak istiyordu. Belli ki, yenge hanım, “Bu yıla da bu öküzle gireceğiz, kaçış yok. Hiç olmazsa kahvaltıyı dışarıda zıkkımlansın.” demiş ve dayıyı evden sepetlemişti. Dayı, sabah kahvaltısını açık büfe olarak burada yapmayı tercih etmişti. Bu sırada, Kerem Bey’le reyon görevlisi bir daha göz göze geldi ve Kerem Bey, “Sorun yok, beklerim.” şeklinde bir hareketle hepimizi şu emojiye çevirdi: 🥰
Ama dayı hiç oralı olmuyordu. “Şu cevizler kaça? Kırık ceviz di mi bunlar? Ben de gençken ne cevizler kırdım haaa…” şeklinde bir muhabbetin peşindeydi. Hepimiz yılmıştık. Mezecinin içinde tek yürek olmuş, kahraman bir ceviz kabuğunun dayının dişini kırmasını bekliyorduk. Nihayetinde, koca yürekli reyon görevlisi, “Başka bir şey var mıydı sizin?” diye sorunca dayı kendine geldi; “Ha, yok.” dedi ve gitti. Biz Meksika dalgası yaparken, Kerem Bey de çabucak alışverişini bitirip, kasaya yöneldi. Çıkarken, herkese mutlu yıllar diledi ve bizi arkada yine şu şekilde bıraktı: 🥰
Sonra ne mi oldu? Biz, 300 gr. da haydari aldıktan sonra, herkese iyi bir sene dileyip çıktık. Eve dönerken, “2020’ye ünlü görerek giriyorum, kesin uğurlu gelecek.” gibi bir düşüncem vardı. Yemin ediyorum, bazen kendi iyi niyetime tahammül edemiyorum. 😒
2020, Kerem Bursin’e “Yürü ya kulum!” derken; bana, “Ya bi yürü git işine, Allahaşkına!” dedi. Demek ki, uğurlu olan ünlü görmek değil; beni görmekmiş. 🤗 (Bunu yalanlamaya kalkan, elektron yüklü bireylere bılok!)
Sizin, ünlülerle hikâyeleriniz var mı? Paylaşsanız ne güzel olur. ☺️
Mini yazı dizimde, bir başka ünlüyle etkileşimimde görüşmek üzere… Şen ve esen kalınız.
Pingback:Hatırlat; Gülüşelim Bir Ara. | Ünlüler ve Ben -2-
Yayınlama 10:01h, 20 Şubat[…] Serimizin ikinci yazısına hoş geldiniz. Öncekini okumayanlar veya yeniden okumak isteyenler, tık tık: Ünlüler ve Ben -1- […]