20 Şub Ünlüler ve Ben -2-
Merhaba! 🙋♀️
Serimizin ikinci yazısına hoş geldiniz. Öncekini okumayanlar veya yeniden okumak isteyenler, tık tık: Ünlüler ve Ben -1-
Şimdilerde nasıl yürüyor bu işler, bilemiyorum; ama benim çocukluğumda bir ünlü seçip, ona âşık olmak çok popülerdi. İlgili kişinin posterleri odanın duvarına yapıştırılır, imzalı kartpostalları gazete bayilerinden alınır, (Evet, kartpostal denen bir şey vardı sevgili minikler.) röportajları ve fotoğrafları yazılı basından kesilip biriktirilirdi. O kadar ki; herkes birbirine hangi ünlüyü sevdiğini sorar, “Ben takım tutmuyom yeaa…” gibi bir cevap alındığında, karşı tarafa ezik muamelesi yapılırdı. Zor günlerdi be.
90’lı yıllarda hayranı olunacak ünlü bulmak, boş otobüste koltuk seçmek gibiydi; haddinden fazla seçenek vardı. Sevgiye boğulmak üzere; pek çok siyasetçi, tiyatro sanatçısı, sinema ve dizi oyuncusu, şarkıcı, sporcu ve televizyon yıldızı sıraya girmişti. Hatta özel radyoların açılmasıyla birlikte, hayatımıza giren DJ’lerin bazılarının seslerine bile âşık olmuşluğumuz, yüzlerini gördükten sonra büyük hayâl kırıklığına uğramışlığımız bile vardı. 🙁
İlkokula başladığımda gördüm ki, herkes kendine birini seçmiş; ünlüler, kapanın elinde kalmıştı. Bir başkasının beğendiğini beğenmeyi kendime yakıştırmadığım için, bir türlü bir kişide karar kılamıyordum. Seçeneklerimi gözden geçirmeye karar verdim: Dönemin başbakanı, Mesut Yılmaz’ı düşündüm. Hatta niyetim de ciddiydi; büyüyünce evlenmek gibi bir planım da vardı. Kendisinin yaşça çok büyük olması, odama asacağım bir posterinin ya da kartpostalının bulunmaması, okuldaki kızların birçoğunun tanımaması nedeniyle bu iş yürümedi. Pembe dizilerin şahı olan Yalan Rüzgarı’ndaki Danny’i düşündüm. Hem yakışıklıydı hem de bir rock yıldızını canlandırıyordu. Üstelik, Blue Jean gibi dergilerde posterleri ve röportajları çıkıyordu. Fakat orada da Cricket vardı ve çok güzel bir kızdı. Mavi önlüğümle, onunla rekabet edemezdim. Tabii bir de, Danny’le dil problemi yaşayacaktım. Anlamadığım insana hayran olamazdım. Bence aşırı mantıklı bir sebepti.
Birkaç kişiyi daha eledikten sonra, nihai kararımı vermiştim: Bir pop şarkıcısını seçecektim. Hem şarkı söyleyip hem dans edebilen, üstelik yaşını hiç göstermeyen, eğlenceli klipleri olan Hakan Peker’e âşık olmaya karar verdim. “Bir Efsane, Hey Corç, Camdan Cama, Seni Unutmalı” şarkıları dillere pelesenk olmuştu; ama ben o zaman 4-5 yaşındaydım. Dolayısıyla üzerimde çok büyük bir etki yaratmadı. Gelin görün ki, 1993 yılına geldiğimizde “Amma Velakin” albümüyle birlikte, şarkıları ve danslarıyla dikkatimi çekmişti. O sene Tarkan, “Kıl Oldum Abi” şarkısıyla hayatımıza girmişti ve çoğumuza bu şarkı sebebiyle itici gelmişti. Yine aynı yıl, Çelik de “Ateşteyim” albümünü çıkarmıştı. Bu şarkıyla ve klipteki kazağıyla ilgili yorum yapmak istemiyorum.
“Amma Velakin, Köylü Güzeli, Sen Yok Desen De.” şarkıları patlamıştı. Tüm radyolarda çalıyor, bazı televizyon kanallarında klipleri dönüyordu. (Kral TV henüz yoktu. 1994’te yayın hayatına başladı.) Hakan Peker’in, kariyerinin en başarılı albümlerinden biri olmuştu. Hayran hayran onu seyredip, walkman’imde dinlerken birgün kendisini sokakta görme, kendisiyle tanışma ve ondan imzalı fotoğraf alma hayalleri kuruyordum. İmzalı fotoğraf edinmek, bugünün selfisiyle kıyaslanamayacak kadar büyük bir olaydı. Öyle her zaman, her yerde karşınıza çıkabilecek bir fırsat değildi. Bu fırsatı yakalayabilenlerin de havasından geçilmezdi. O fotoğraf, itinayla saklanır; eşe dosta gururla gösterilirdi. Z Kuşağı, bunu ne yazık ki bilemeyecek.
1995 yılında çıkardığı, kendi adını taşıyan albümden “Ateşini Yolla” parçası ortalığı kasıp kavurmuştu. Özellikle nakarat kısmındaki alkış efekti, dinleyiciler tarafından çok beğenilmişti. Beşiktaş taraftarı, kısa sürede şarkıyı sahiplenmiş; tıpkı o nakarattaki gibi alkış tutarak, tribünlerde coşkuyla söylüyordu. Böylece hayranlığım bir kat daha artmıştı. Bütün şarkıları ezbere biliyor, kasetin kartonetinde yazan teşekkür yazılarını, söz yazarlarının, bestecilerin, aranjörlerin isimlerini bile okuyordum. (Kaset, kartonet mi? Neyim ben ya, dinozor filan mı?)
Derken… Hiç beklemediğim bir şey oldu. Babamdan beni heyecanlandıracak birkaç cümle duydum: “E ben biliyorum onu Zeytinburnu’ndan. Bizim Arif var ya, perdeci. Onunla çok samimidir o. Arif’le konuşayım da sana bir fotoğrafını imzalatsın.” NE?! 🤭
Gerçekten o anda “Mutlulukölçer” diye bir alete bağlı olsaydım, muhtemelen ibreyi kırmıştım. Arif Abi artık benim yoldaşım, çöpümün çatanı, doğmamış çocuklarımın perdecisiydi. Fotoğrafı bana getirecek, ben de onu vitrinin içine, camın arkasından görebileceğim şekilde yerleştirecektim. Belki bir gün “Hayat Bilgisi” kitabımın arasına koyup, okula bile götürürdüm. Büyük sükse yapardım; bir anda üç şubenin en popüler kızı ben olurdum. Herkes benimle arkadaş olmak isterdi. Abarttığımı düşünenlere, 8 yaşında olduğumu hatırlatırım.
Günler gelip geçiyordu. Akşamları resmen babamın yolunu gözlüyordum. Eve girdiğinde gözünün içine bakıyordum; ama müjdeli haberin gelmediğini anlayınca üzülüyordum. Arif Abi beni atlatıyordu 🙁
Sanırım bir arife günüydü. Babam, işten erken gelmişti. “Gel bak sana ne göstereceğim, sürprizim var.” dedi. Allaaaah! Yanına uçtum, çantasını açmasını ve içinde bir şeyi el yordamıyla aramasını sabırsızlıkla bekledim. “Hah! Buldum. İmzalı fotoğraf istiyordun ya, bak sana imzalandı bu.” Fotoğrafı elinden kaptım, baktım; gerçekten de bana imzalanmıştı: “Göksu’ya sevgilerimle…” Yalnız, nasıl desem… Fotoğraftaki Hakan Peker değildi. Babama baktım. Yaptığı sürprizden mutlu, benim de gülümsememi bekliyordu. Fotoğrafa bir daha baktım. Fotoğraftaki sevimli adam da bana bakıp gülümsüyordu. Ortamda tek somurtan bendim. Peki, Hakan Peker’in vitrindeki yerini alan o güleç yüzlü adam kimdi? Kaydıralım:
Kâmil Sönmez. 🤦♀️ Yani, Allah rahmet eylesin, çok da tatlı adamdı; ama Hakan Peker’in muadili olarak da gösterilmezdi yahu. Babama, “Neden?” anlamına gelen bir bakış attığımı, onun da bana “Arif’e gelmişti, ben de fotoğrafını istedim.” gibi bir şeyler söylediğini hatırlıyorum. “Hakan Peker?” diye soracak oldum, “Ha o yok, Arif bulamamış.” dedi. Çaresiz, fotoğrafı alıp, vitrine koydum. Ah Arif Abi, tam bir ümit hırsızı çıktın sen ya. 🙁
Sonuç olarak, Hakan Peker’le hiçbir zaman tanışamadım. İmzalı fotoğrafını da alamadım. 1996 yılına doğru gelirken, kendisiyle yollarımı ayırmaya karar verdim. Çünkü yeni biriyle tanışmıştım ve bu sefer işimi sağlama alıp, kartonetten kestiğim fotoğrafını cüzdana koymuştum: Kerim Tekin. 😇
Pop şarkıcısı hayranlığında, jübilemi yerlilerde Tarkan’la, yabancılarda Ricky Martin’le yaptım. Kendilerinden sonrası olmadı. Sayelerinde beklentisiz, uzaktan uzağa sevmek ne demekmiş, öğrendik. Hem ne demiş Cemal Süreya?
“Uzaktan sevmediyseniz birini, hiç sevdim demeyin.”
❤️
No Comments