İnsan Kaymağı -2-

Selam gençler! 🙋‍♀️

Benim için zor geçen bir dönemin ardından yine, yeniden birlikteyiz. Beni özlediniz mi? Ben özledim valla. 🥰

Yeni gelenlere özet geçmem gerekirse, mesleğimle ilgili minik bir yazı dizisinin ikinci bölümündesiniz. Birinci bölüm için tık tık: İnsan Kaymağı -1-

Yeni gelenlere…😉

Bu defa, 2006 yılına gidip; mesleğimle tanışma ve okuduğum bölümle bağdaştırma sürecimden bahsedeceğim için toplandık. Hazırsanız başlıyorum. (Değilseniz de başlıyorum; bu yazıyı bir şekilde yazmam lazım, değil mi?)

Her şeyden önce şunu söylemeliyim ki; üniversitemi de bölümümü de gayet bilinçli seçtim. Okumayı ve yazmayı çok sevmemin, bunda elbette büyük etkisi var. Hatta, üniversiteye girerken mezun olduğumda ne yapacağımı bile kafamda şekillendirmeye başlamıştım: Yayın evlerinde ya da dergi/gazetelerde editörlük yapacaktım. Aynı bölümde okuduğum birçok arkadaşımın aksine, öğretmenlik yapmaya hiç niyetim yoktu. Çünkü, kendimde öyle bir sabır ve öğretme yeteneği olduğunu düşünmüyordum. Hâlâ da düşünmüyorum. Açıkçası bu mesleği hakkını vererek yapan arkadaşlarıma saygı ve gıpta ile bakıyorum. Buradan, hepsine kocaman öpücükler…💋

İkinci sınıfı bitirmek üzereydim. Tamam, ne iş yapacağım konusunda kafamda bir şeyler vardı; ancak kapasitemi ve yeteneklerimi tam anlamıyla keşfedememiştim. Bu nedenle, yaz stajı araştırmalarına giriştim. Birkaç yayın evine ve dergiye başvurdum; ancak olumlu yanıt alamadım. Ümidimi kaybetmek üzereyken, bir tanıdığımızla tesadüfen karşılaştık. Çalıştığı yerden ve yaz dönemi için çeşitli departmanlara stajyer arayışlarından bahsetti. Dilersem, özgeçmişimi gönderebileceğimi ve uygun görüldüğüm takdirde görüşmeye çağırılabileceğimi söyledi. Hiç kibar davranmadım ve teklife balıklama atladım. Akşam saatlerinde özgeçmişimi çoktan göndermiş, sabırsızlıkla beklemeye başlamıştım. Tez canlılık bizim işimiz.

Kara deliğe giden bazı özgeçmişlerimin, gönderilme ânı. 🙁

Bana yıllar gibi gelen bekleyiş sürecinden sonra, nihayet görüşmeye çağırıldım. Gümüşsuyu’nda, kocaman, beyaz bir binanın önündeydim. Kırmızı harflerle, “Ak Emeklilik A.Ş. Genel Müdürlük” yazıyordu. Sabancı Holding’e bağlıydı ve gerçekten prestijli, kurumsal bir firmaydı. İlk mülâkat tecrübemdi ve kalbim deli gibi çarpıyordu. İçeri nasıl girdim, nasıl karşılandım, onlar ne sordu, ben ne anlattım hiç hatırlamıyorum. Yalnızca, “Olmayacak herhalde.” diye düşünerek Taksim’e çıktığımı hatırlıyorum. Amaaaa… Hislerim, bu defa beni yanıltacaktı ve ben, yaklaşık üç hafta sonra dolmuşta giderken İnsan Kaynakları departmanında staja kabul edildiğimin müjdesini alacaktım.

“İnsan Kaynakları” dendiğinde, aklıma ilk gelen iş görüşmeleriydi. Pek bir bilgim yoktu; bu yüzden daha da heyecanlıydım. Tahmin edebileceğiniz gibi; ilk gün şirketi, iş kolunu ve yöneticileri tanıma amacıyla oryantasyona katıldık ve ben, 10 stajyer olarak oturduğumuz toplantı masasında, tek gönüllü stajyer olduğumu öğrendim. Dokuzu da okul tarafından zorunlu gönderildiği için; Temmuz sıcağında şezlongta yatmak yerine, kendi isteğiyle işbaşı yapan bu kızı çok merak ediyorlardı. 😄

Kurumsal firmaların giriş kapılarına şöyle bir tabela asılmalı bence: “Her stajyer, bir gün, fotokopi makinasıyla tanışacaktır.” Yani hiçbirimiz, bu elektronik cihazla tanışmadan stajımızı tamamlamamışızdır. Bende de böyle oldu elbette. Kendisiyle, hayli haşır neşir oldum. Hatta bir defasında arıza moduna geçti ve ben, “Dobarlan, bıragma gendini.” diyerek, kendisini, girdiği bunalımdan çıkarmayı başardım. (Bu sırada, biraz kurcalamış olabilirim tabii. 🙄)

Yaaaa… 🥰 Keşke bu modelden olsaydı.

Günler gelip geçerken, bana ufak tefek bazı ek işler veriyorlardı. Veri girişi, toplantı odasını hazırlamak, eğitime gelen personellerin masalarına kurabiyeler koymak, (Bunu her sabah yapıyordum ve artanları yememize izin veriyorlardı.) personel dosyalarını düzenlemek, arşivden evrak çıkartmak ya da arşive kaldırılacakları ayarlamak, kargo poşetleri hazırlamak, işe başlayanların banka hesaplarını açtırmak, mülâkat için adayları aramak ve davet etmek gibi… Verdikleri işleri kısa sürede, doğru şekilde yaptıkça, daha da yüklendiler. Zorunlu staj yapan arkadaşlarım neredeyse boş otururken; staj defterlerini, ancak benim yaptığım işleri yazarak doldurabiliyorlardı.

Aşağıdaki banka şubesinden geldiğim bir gün, departmandaki yöneticilerimde bir tuhaflık farkettim. Hiç olmadıkları kadar telaşlı ve gerginlerdi. Beni gördükleri anda, kollarımdan tutup karşılarına oturttular. Konuşmaya başlayacaklardı ki; çok şık, uzun boylu bir beyefendi yanıma geldi. “Siz, Göksu Hanım mısınız?” diye sordu. “Evet, benim.” dedim. “Rica etsem, yarım saat sonra odama gelir misiniz? Arkadaşlar size konuyla ilgili bilgi verecek.” dedi. Ben de, “T…Tabii…” diye kekeledim. Beyefendi gittikten sonra; kendisinin genel müdür yardımcısı olduğunu, şirketin internet sitesinde yayımlanmak üzere bir yazı yazması gerektiğini, bununla ilgili Türkçe ve Edebiyat bilgisi olan birinden yardım istediğini, departmandakilerin aklına geldiğimi ve koşarak odasına gitmem gerektiğini söylediler. Yani, neresinden bakarsanız bakın, şaşırtıcı bir durumdu. Düşünsenize; koskoca, kurumsal bir firmanın genel müdür yardımcısı, stajyerden yardım istiyor. Anbilivibıl!

Yaklaşık bir saat boyunca, oturduk ve yayımlanacak metin üzerinde çalıştık. Kendisi, ortaya çıkan sonuçtan memnundu. Beni tanımak için sorular sordu, tebrik ve takdirlerini iletti. Yöneticilerim şoktaydı; departmanda kahraman gibi karşılandım. Bu durum bana, daha ciddi iş yükü olarak geri döndü. Stajyerleri pek bulaştırmadıkları işlere, beni dahil etmeye karar vermişlerdi. Fotokopi makinası ve kurabiyelerle aramıza mesafe girmişti. Artık, iş görüşmelerine asistan olarak girmeye başlamıştım. Mülâkat tekniklerini ve inceliklerini öğreniyordum. Eğitimleri izleyebiliyor, bordronun ne anlama geldiğini kavrıyordum. “İnsan Kaynakları”nı sevmeye başlamıştım. Üstelik, artık bu işi kıvırabileceğime de inanıyordum.

Departmandaki işlere yetişmeye çalışırken, ben.

Staj sürem bitene kadar, bu şekilde çalıştım. Eve, çok yorgun ama mutlu dönüyordum. İşin son günü, öğle yemeğinden döndüğümde, sürprizle karşılaştım. Benim için minik bir veda partisi hazırladıklarını ve hiçbir mecburiyetleri olmamasına rağmen, bana memnuniyetle referans olduklarını belirten bir mektup hazırladıklarını gördüm. Beni sevgiyle uğurladılar. Şimdi böyle yazınca önemsiz gibi görünebilir; ama inanın, iş hayatını yeni yeni tanıyan ve çevresinden duydukları yüzünden iş hayatına olumsuz bir önyargıyla başlayan birisi için bu, çok çok kıymetli.

O dönemdeki yöneticilerimden yolu buraya düşen varsa; stajyerlere verdikleri değer için, doğru ve dürüst çalışanlara hakkını teslim ettiğiniz için, âdil olduğunuz için, departmanda uyum içinde çalışmayı öğrettiğiniz, ekip olmanın ne demek olduğunu gösterdiğiniz ve iş hayatını korkunç bir canavar olarak aklımda bırakmadığınız için bir kez daha teşekkür etmek isterim. Hayatımın belki de en güzel yazıydı.

İş hayatına yeni atılacaklara ya da yeni bir sektöre adım atacaklara, en az benim kadar güzel bir başlangıç dilerim. Aslında sadece iş için değil; her alanda, kendimizi değerli hissettirecek kişilerle karşılaşmak gerçekten çok kıymetli. Müsaadenizle, tam burada kendimi dua moduna alarak yazımı noktalıyorum. Sıradaki pozitif enerji, buraya kadar okuyan herkese geliyor.

Böyle sallanarak oluyor muydu ya?
No Comments

Post A Comment