Saçlarımdan da mı ben suçluyum?

“Her yerde saç var, yerlerde saçlar…
Kimin bu saçlar? Bilemiyorum.”

Kalben, bu şarkıyı banyoya dökülen saçlara bakıp yazmadıysa, kesssin kuaförde yazmıştır. Hepimiz biliriz ki; kuaför salonları, saç adı altında serbest dolaşan DNA’larımızı çeşitli renk ve biçimler altında görebileceğimiz yegâne yerdir.

Kendi adıma söylemeliyim ki; kuaför salonunda saatler geçirmekten hiçbir zaman hoşlanmadım. Evet, bakım iyidir, hoştur; ama bütüüüün bir cumartesiyi de orada geçirmenin âlemi yok bence. Gerçi; bazı işlemlerin süresinin uzunluğu ve yine bazı saç tasarımcısı (!) arkadaşların sohbet etmekteki ısrarcılığı da, orada geçen zamanın uzamasına neden oluyor. Ben bu konuda, karşı tarafa pek cesaret vermem. Nazik ve güleryüzlüyümdür; ancak mesafeli bir tavrım vardır. Hayatımdan çok fazla bahsetmeyi sevmem. Gelin görün ki, bazı hanım arkadaşlarımız aşırı samimi ve rahat tavırlarıyla özel hayatlarını tüm detaylarıyla anlatmaktan çekinmiyor. Burada, kuaförlerin, tıpkı barmenler gibi; psikolog görevini üstlendiklerini söyleyebiliriz. Gördüğüm kadarıyla bu “seanslar”, genellikle uzun ve rahatlatıcı oluyor. Senli benli konuşmalar, abartılı kahkahalar, hafif müstehcen espriler, çaylar, kahveler, fallar gırla gidiyor. Hatta; saçı boyanırken, dışardan pizza söyleyenine bile rastladım. Valla bak…

“Yalnız, muhabbet etmezsek bu saç tutmaz tatlım.”

Yukarıda yazdığım gibi; artık berber/kuaför gibi tanımlar rafa kalktı. Artık, “saç tasarımcısı” gibi bir unvan var. Bu söz dizisini duyduğunuzda, tahayyülünüzde çok komplike; daha önce hiçbir yerde uygulanmayan işlemleri yapan yetkili bir abi / abla canlanabilir. Hiç öyle düşünmeyin. İçeride, yine, başkasının kestiği saçı beğenmeyecek ve bu yüzden bir araba laf söyleyecek bir insan bulacaksınız.

Bu, “Rapunzel Heyır Dizayn” salonlarını, bildiğimiz yerlerden ayıran birkaç şey var elbette. Örneğin; kapıdan içeri girdiğiniz anda sizi bangır bangır çalan bir müzik karşılar. İlk gördüğünüz kişiye derdinizi anlatmaya çalışırken bağırmak zorunda kalırsınız. “MERABAA! Bİ’ FÖN RİCA EDECEKTİM. FÖN, FÖN!!!” Bir defasında, şampuan almak için böyle bir salona girmiştim. Yüksek sesle çalan müziğin yanı sıra, hafif loş bir ortam vardı. Kuaföre mi geldik, gece kulübüne mi belli değil. Saçımızı da göremeyeceksek neden buradayız?

Meryl Streep, dip boya istediğini haykırırken…

Anam babam usûlü saç yapan yerlerde, kesim/boyama/fön uygulanır, işlem sonrası ayna tutulur, teşekkür ederiz ve kasaya yöneliriz değil mi? Yeni nesil salonlarda her şey bu kadar basit değil arkadaşlar. Öyle dümdüz saçımızı kestirip, çıkamıyoruz. Tasarımcı arkidişler, saçımızı yaptıklarını sosyal medya hesaplarında yedi düvele duyurmak istiyorlar. Çünkü artık, kimse birbirine kuaförünün reklamını yapmıyor. O devir geçti. Günümüzde reklam ve şov, birbirine karışmış durumda. Nedense; hizmet sektöründe şov denince de akla Nusret geldiği için ortada şöyle saçma görüntüler dönüyor:

Olmaz olsun böyle saç kesimi.

Mesleklerini yapabilmek için edindikleri ustalık belgesinin görmediğimiz bir yerinde kesin şöyle bir ibare var: “Yeni gelen müşterinin bir önceki berberi, saç sizin tarafınızdan kesilene ya da boyatılana kadar kötülenecektir.” Bunu yapmayan bir-iki kişi tanıdım sadece. Neden ya, neden??? Saçımı Z kişisi kesti, çok da sevdim, ama bu yakınlardaydım ve fön çektirmek için X’e geldim. Hepsi bu. Zahmet olmayacaksa, X’ciğim, sen de yorum yapmadan işini yapacaksın ve ben de memnun kalmışsam, sana bir şans vereceğim. Ama burada da yazılı olmayan bir başka kural vardır: “Önceden tanınmayan ve ilk defa gelen müşteriye, dükkândaki en deneyimsiz çalışan bakacaktır.” Hof! Dükkânın patronu gelsin yapsın demiyorum tabii; ama yani, “Nasılsa tanıdık değil.” diye savsaklanmayı da hak etmiyorum. Bunu söylerken, gerçekten abartmıyorum. Durumun ciddiyetini şöyle özetleyeyim: Acelem vardı, fön çektirmek için bir alışveriş merkezinin içindeki kuaföre gittim. Aynen yukarıda söylediğim gibi; o an boşta olan daha az deneyimli bir arkadaşa yönlendirdiler beni. O kadar kötüydü ki, işlem bittikten sonra, bir başka çalışan yanıma gelip, “Sizin saçınıza ne olacaktı?” diye sordu. Çok acıklıydı. Diyorum ki; size ilk kez gelen müşteriye kendinizi beğendirmeye çalışsanız da, o da memnun kalıp, devamlı müşteri olsa… Sesli düşünüyorum sadece.

Eyvahlar olsun! 🤭

Nasıl ki alıştığımız doktordan, diktirdiğimiz terziden vazgeçemiyorsak; kuaförümüzü de öyle kolay kolay değiştiremiyoruz. Ara sıra kaçamaklarımız olsa da, dönüp dolaşıp aynı kürkçü dükkânına geliyoruz. Mesela ben, bu konuda tam bir sadakat timsaliyim. 1,5 yaşında saçımı nerede kestirdiysem, hâlen oraya gidiyorum. Mezuniyetlerimde, iş görüşmelerimde, gönül işlerimde hep birlikteydik. Beni ve saçımı o kadar iyi tanıyor ki; kesim için gittiysem mesela, hiçbir şey söylememe ya da uyarmama gerek kalmadan yapıp bitiriyor. Dolayısıyla, başka bir kuaför aratmıyor. Buraya kadar şahane. Sorun şu ki; burası iyi bir mahalle kuaförüyken, bulunduğu semtin aşırı popülerleşmesi yüzünden sükseli ve maalesef pahalı bir yer haline geldi. Her kasaya gidişimde, fonda “Başıma bela mısın kader?” çaldığına yemin edebilirim 🙁

“Benim bi saç bakımı, fön, bi de manikür/pedikür vardı. Ne kadar tuttu? Nasıl?! Hmm.. 5 takside böleyim ben onu madem. :(“

Ücret konusunda skala çok da geniş değil aslında. Maksimum, üç seviyeye yayılmıştır. (Çok pahalı, pahalı, uygun.) İşlem ücretlerini kasaya gitmeden; size ikram edilen kahve fincanlarından, aynaların yanındaki kapalı devre TV ekranlarından filan anlayabilirsiniz. Pahalı olan, her zaman iyidir diyemeyiz elbette. Mesela saç kesimine 150 TL istiyor, kesildikten sonra aradaki farkı kendisi de bilmiyor. Ya da tam tersi; çok uygun fiyata, çok güzel fön çeken yerler de var. Olabiliyor yani. İkinci söylediğim tipe ben daha az rastladım. Bir tanesi, saçımı yıkarken boynumu kıracak zannettim. Bir diğeri neredeyse tiksinerek, “Ay ne kadar ince telli saaaç, çok zayıf olur bu, zibilyon liraya Vasistas ürünlerinden kullan mutlaka; biraz toparlar herhalde.” dedi. O ürünlerin, sadece para tuzağı olduğu konusunda hemfikiriz diye düşünüyorum. Halbuki kendi kuaförüm; “Saçların ince telli; ama o yüzden kendi rengi bu kadar güzel. Bebek saçı var sende.” diyor. İhi 🙂

Manikür/pedikür ya da makyaj işlerine belki başka bir yazıda değinirim. Peşinen söyleyeyim; epilasyon meselesine hiç girmeyeceğim. Orada çok acayip tabirler ve muhabbetler dönüyor. Ben biraz korkuyorum onlardan. Ayrıca, konuya erkekler açısından yaklaşamadım; okuyan beyler mazur görsün lütfen. Ancak, kafalarının lavaboya sokulması suretiyle saçlarının yıkanmasına çok üzüldüğümün bilinmesini isterim.

E güldük, eğlendik; ben artık müsaadenizi isteyeyim. Pandemiden en çok etkilenen sektörlerin birinden bahsetmek istedim bugün. Hakikaten maddî ve manevî olarak çok zor günler geçiriyorlar. Yakın temas gerektiren bir iş olduğu için, risk grubunda sayılmaları gerektiğini düşünüyorum. Bizler de onların bu zor zamanlarında, onlara destek olmalıyız. Bu yazıyı okuyan tatlı insanları tenzih ederek; en azından bu sıralar kendilerine yardımcı olunması ve müşkülpesent tavırlardan uzak durulması gerektiğini de söylemiş olayım. Tabii, bu demek değil ki saçımızı şöyle yıkamalarına izin verelim:

Fil hortumuyla yıkasan daha iyiydi ablacım.

“Bebek Saçlı” tabiri de ne tatlıymış yalnız, şimdi fark ettim. Bu şekilde iltifat edildiğinde verilecek karşılığı, Taklamakan Çölü’ndeki çalılar bile bilir:

“Bebeğin miyim gerçekten? 🥺👉👈”

3 Yorumlar
  • Özge Tuğcu
    Yayınlama 07:39h, 03 Nisan Yanıtla

    💜💜💜

  • Gülay istemez
    Yayınlama 16:10h, 15 Ağustos Yanıtla

    yazılarına bayıldım Göksu yaaaa :))) seni takipteyim 🙂
    yazan: bir dost gülay :)))

    • Göksu
      Yayınlama 16:54h, 15 Ağustos Yanıtla

      Gülaaaay! 💕 Hep takip et beni. 😊

Post A Comment